15 Haziran 2014 Pazar

MEMLEKET İSTERİM







Memleket isterim 
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; 
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. 

Memleket isterim 
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; 
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. 

Memleket isterim 
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; 
Kış günü herkesin evi barkı olsun. 

Memleket isterim 
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; 
Olursa bir şikâyet ölümden olsun. 

Cahit Sıtkı TARANCI 

12 Haziran 2014 Perşembe

BEN SENİN EN ÇOK














Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran,sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili

Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak

Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil

Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman

Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini

Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini

Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...

Ümit Yaşar Oğuzcan


10 Haziran 2014 Salı

BEN SANA MECBURUM










Ben sana mecburum bilemezsin 
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum 
Büyüdükçe büyüyor gözlerin 
Ben sana mecburum bilemezsin 
İçimi seninle 

ısıtıyorum. 

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor 
Bu şehir o eski İstanbul mudur 
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor 
Sokak lambaları birden yanıyor 
Kaldırımlarda yağmur kokusu 
Ben sana mecburum sen yoksun. 

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur 
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur 
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan 
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu 
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından 
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman 
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu 

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor 
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor 
Durup köşe başında deliksiz dinlesem 
Sana kullanılmamış bir gök getirsem 
Haftalar ellerimde ufalanıyor 
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem 
Ben sana mecburum sen yoksun. 

Belki haziran da mavi benekli çocuksun 
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor 
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden 
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun 
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor 
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin 
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor 

Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
Bu kurtlar sofrasında belki zor 
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden 
Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
Sus deyip adınla başlıyorum 
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin 
Hayır başka türlü olmayacak 
Ben sana mecburum bilemezsin. 

Attila İLHAN

9 Haziran 2014 Pazartesi

MUTLULUK OLMAK İSTİYORUM










"Ben çocukken annem bana hep hayatın anahtarının mutluluk olduğunu anlatırdı. Okula gitmeye başladığım zaman, sınavda bana 'Büyüyünce ne olmak istiyorsun?' diye sordular. Ben de onlara 'Mutlu olmak istiyorum' diye cevap verdim. Onlar bana, soruyu anlamadığımı söylediler. Ben de onlara, asıl onların hayatı anlamadıklarını söyledim."

John Lennon



8 Haziran 2014 Pazar

TERK-İ DİYAR











Bir gece terkedeceğim bu şehri,sessizce.Düşüncelerimi,duygularımı üstünden hiç geçilmemiş kaldırım taşlarının altına gömeceğim.Son kez geçerken birçok kez ağladığıma şahit olan kimsenin anlayamayacağı şekilde bana teselli veren parktan,hıncını şişeden çıkaranları izleyeceğim.Karanlığın dizlerine yatıp teselli bekleyenleri...Bir gece terkedeceğim bu şehri,çığlık çığlığa.Onca yıl başkalarını üzmekten korktuğum suskunluğumu da bozarak gideceğim.En kalabalık caddelerinde yankılanacak çığlığım.Duyan herkesi sağır edecek sesim.Bir gece terkedeceğim bu şehri,yavaş yavaş.Korkutucu gecelerle savaşarak gideceğim.Şehirde ki tüm mutsuzluğu beyaz bavuluma koyarak gideceğim.Bir gece terkedeceğim bu şehri,hıçkıra hıçkıra.Tüm anılarımı toplayarak gideceğim.Hiç iz bırakmadan,hiç yaşamamış gibi,aslında hiç yokmuşum gibi.. koca şehri bileklerimin kanıyla boğup gideceğim.




Kalabalık Düşünen Yalnız Adam.

ERKEĞİN DİKKAT ETMESİ GEREKEN!







"Kadın dediğin" diye cümleye başlamadan önce, Kendine ne kadar "Adam" diyebileceğini bir düşün ! Kendini kandırma... 
Dört dörtlük değilken, dört dörtlük cümleler kurma ! 
"Oturmasını kalkmasını bilecek" diyorsun ya, Oturduğun "Aşk" sofralarında kaç kez bencilce kalktın iyi hatırla ! 
Türlü türlü yemekler, köpüklü kahveler, kusursuz itaatler istiyorsun ya, Önce bir yüreği doyurmak nedir onu kavra..

                                                               

                                                                                    RUHUN Anestezisti

Aşk Budur!





Aşk Budur!  


Öyle tesadüfler vardır ya: Bir otobüs durağında poşetlerle beklerken, rastlaşırsınız aniden...

"Bu o..." diye içiniz titrer. Bir zamanlar yüreğinizi yakan aşık, sarkmış göbeği, ağarmış saçlarıyla karşınızdadır... İki elinde iki çocuk...

- Nasılsın?

- İyiyim... Ya sen?...

- Kızın amma da büyümüş... Benim de var 10 yaşında...

- Annen, baban?..

- Babamı kaybettik. Annem hasta...

- Mutlu musun?

Sessizlik...

- Telefonumu vereyim, ararsın belki...

İki yanakta iki masum buse; biri eski sevgiliye, diğeri onunla birlikte yitip giden maziye...

"- Kimdi o amca anne?.."

Yüreğinizde belli belirsiz bir iç çekme ve aklınızda hınzır bir soru işareti:

"Acaba?.."

***

Aliye ile Ramazan' in aşk hikayesinde buna benzer bir hüzün gizliydi. Gerçi öyküleri, önce hakli olarak bir "tip rezaleti" olarak yansıdı Milliyet' in manşetine...

Ancak Ayşegül Aydoğan' ın haberi en az ilki kadar hazindi: Polis memuru Ramazan Bey, öğretmen Aliye Hanım'a 1954'te Karabük'te evlenme teklif etmiş. Annesine bakmak zorunda olduğundan kabul edememiş Aliye... Bir başkasıyla evlenmiş Ramazan... Üç çocuğu olmuş, ancak Aliye' yi hep aklında, göğsünde saklamış.

Gün gelmiş, eşi göğüs kanserine yenik düşmüş. Ailesi "3 çocukla bir başına bas edemezsin, evlen" diye tutturmuş. O da "Yıllar önce bir sevgilim vardı, evlenirsem onunla evlenirim" demiş.

17 yıl sonra gençliğinin Karabük' üne dönmüş ve Aliye'nin peşine düşmüş. Öğretmenlik yaptığı okulda bulmuş onu... Müdürün odasında beklemeye koyulmuş. Aliye odaya girip de eski aşkını karşısında görünce şaşkınlıktan dışarı kaçmış. 17 yıl önceki teklifi yinelemiş Ramazan:

"- Evet" demiş bu kez Aliye öğretmen...

28 yıl evli kalmışlar. İkinci baharı yaşamışlar. Malum, ikinci bahar, "son" bahardır. Orada aşk, hayatla cilveleşmekten çok, hayat denilen çileyi birlikte göğüslemektir.

71 yıllık yorgun kalbi teklemiş bir gün Aliye'nin... Ramazan bir ambulansla hastaneye yetiştirmiş eşini... Kabul etmemişler, paraları yok diye... Sonra bir başkasına... Yine ret... Aliye Hanım ölümün eşiğinde duyuyormuş Ramazan Bey' in çırpınışlarını; "Allah'ım bunlar ne yapıyor" diye ürperiyormuş. Ramazan Bey "ilk göz ağrım gidiyor" diye sızlanıyormuş için için...

"Ona bir şey olursa ben ne yaparım?.."

Sonunda Ramazan Bey'in yeğenlerinin parasıyla bir özel hastaneye yatırabilmişler. Sağ eli sımsıkı eşinin avucunda...

"İlk bahar"da çoğunlukla imkansızlıktır aşkı filizleyen, besleyen; "son bahar"daysa fedakarlık...

Bütün Dünya dergisinde vardı; çocuklara "Aşk nedir" diye sormuşlar. Söyle demiş afacanlardan biri:

"Anneannem sırtından hasta olmuştu. Eğilemediği için ayaklarına oje süremiyordu. Dedem devamlı elleri titremesine rağmen ananemin ayaklarına oje sürüyordu. Bence aşk budur."
Can Dündar (Şiir Gibi Yazılar)


Adımı Unut




Nasılsa ayrılık bu aşkın sonu
Sen de eller gibi adımı unut
Kader ikimize çizmiş bu yolu
Sen de eller gibi adımı unut

Seninle bu aşkı yaşamadık say
Birlikte gülüp de ağlamadık say
Böylesi unutmak daha da kolay
Sen de eller gibi adımı unut

İstemem söyleme bir tek kelime
Sen de eller gibi adımı unut
Değmesin artık hiç elin elime
Sar yeni aşkını benim yerime
Sen de eller gibi adımı unut...


Ahmet Selçuk ilkan